Seçim: Niçin Yüzde 50 Bandı

Seçim: Niçin Yüzde 50 Bandı
Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM) seçim analizi yayınladı. Analizde "İslâmî siyaset, birey-toplum-devlet dengesine dayanır; toplum için bireyi, devlet için toplumu yok saymaz." ifadelerine yer verildi.

"Türkiye'de seküler yapı, Batı'nın güvencesi altındadır. Seküler ve Sol seçkin de Batı'ya güvenerek Sağ cenah hükümetlerini baskı altında tutmakta, onları eski tabirle bir 'nakip' yada mahalli bir müfettiş benzer biçimde takip etmekte ve devamlı Batı'ya şikâyet etmektedir.

Batı, Türkiye'nin seküler/laik bir çizgide kalmasını fazlaca yönlü olarak kendisine bağlı ve bağımlı kalması açısından güvence olarak görmektedir. Sekülerlik ve laikliği ise eğitim-kültür ve sanat politikaları üstünden izlemektedir. Sağ hükümetler, bu sahalarda kendilerini devamlı nezaret altında hissetmektedir. Öyleki ki bu his, Sağ'da bir tür politika psikolojisine dönüşmüştür.

İşte bu psikoloji, Sağ hükümetlerin toplumsal yapıyı tümden değiştirecek eğitim-kültür-sanat politikalarına yönelmelerinin önüne geçmektedir."

Strateji Fikir ve Çözümleme Merkezi (SDAM) tarafınca piyasaya çıkan analizde, "Seçim: Neden Yüzde 50 Bandı" başlığıyla son cumhurbaşkanı ve milletvekilliği seçimleri ele alındı.

Analizde, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülkeye katkıları göz önünde bulundurulduğunda seçimin daha stressiz geçmesi ve daha yüksek bir oranla neticelenmesinin beklendiğine dikkat çekildi.

Analizde "İslâmî siyaset, birey-toplum-devlet dengesine dayanır; toplum için bireyi, devlet için toplumu yok saymaz." ifadelerine yer verildi.

Analizin tamamı şu şekilde:

28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri, Cumhur İttifakı talibi Recep Tayyip Erdoğan'ın Millet İttifakı talibi Kemal Kılıçdaroğlu karşısındaki zaferiyle sonuçlandı.

Cumhur İttifakı'nın birinci turda Meclis seçimlerindeki üstünlüğü ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini açık arayla önde bitirmesi, bu neticeyi azca fazlaca duyurmuştu. Netice, Türkiye ve İslam yaşamına hayırlı olsun.

Türkiye, bu neticeyle gerilmiş bir seçim sürecini geride bıraktı. Gerginliğin sebebi asla kuşkusuz muhalefetin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı zafer kazanacağına dair kapıldığı ümit ve bu umudun ülke dışı unsurlarca da desteklenmesidir. Bununla ilişkili olarak seçimin Türkiye'nin son devirdeki öteki seçimleri benzer biçimde yüzde elli bandında seyretmesi, seçim sürecinin gerilmiş geçmesi, gerginliği tabiri caizse bir strese çevirdi.

Seçim gerginliği hatta stresi, halkın yönetime ilgi duyması, yurt dışına çıkmış vatandaşların ülkeye ilgilerini canlı tutmaları, neticede idareyle idareyi takip eden unsurlar içinde bir iletişimin olması babından pozitif kabul edilebilir. Fakat stres boyutuna ulaşan gerginlik, seçimlerin ülke idaresinin adeta bir süre sekteye uğramasına da yol açabilmektedir.

Genel olarak AK Parti iktidarının çeyrek yüzyıla yaklaşmasından dolayı, seçimin yüzde elli bandında da olsa zaferle neticelenmesi başarı kabul edilmektedir. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ülkeye katkıları göz önünde bulundurulduğunda seçimin daha stressiz geçmesi ve daha yüksek bir oranla neticelenmesi beklenirdi.

Bunun önündeki engel nedir? Analizimizde bu engeli, seçimleri yüzde elli bandında kazanmayı değişik gerekçelerle bir siyaset hâline getirme ihtimalini yok sayarak izah etmeye çalışacağız.

Niçin yüzde elli bandı?

1. Algılarını Kapatmış Seçmen Kitleleri

Seçim neticeleri, asla kuşkusuz bir tek seçim sürecinin neticeleri değildir; bir çok vakit seçim sürecindeki tüm söylemleri dahi aşan bir arka plana haizdir.

Türkiye'de genel olarak Sağ seçmenin yüzde altmış beş civarında olduğu kabul edilir. Dolayısıyla geriye kalan yüzde otuz beşin Sağ cenahtan bir adaya oy vermeyeceği kabul edilir. Hem Turgut Özal hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu bandı kırma yönünde yol almışlar, kalkınma politikaları ile Sol seçmenden de oy almayı başarmışlardı. Hâlbuki son devirdeki gelişmelerle bu bant Sağ cenah aleyhine ilkin sabitlenme, sonrasında daralma işaretleri verdi.

Internasyonal sistemin "medeniyetler çatışması" tezi üstünden beslediği ideolojik söylemler ve faaliyetler, Türkiye'de genel olarak seküler seçmeni Sol'un önderliğine doğru itti. Seküler milliyetçiler, Sol'un yanında yer almaya başladıkları benzer biçimde küskün muhafazakârlar da dünyadaki gelişmelerden aldıkları umutla, siyasal hayatlarını sürdürebilmek için Sol'un yanında yer almayı kârlı görmeye başladı. Bu, Sol'un önderliğinde, iktidara "daima aday" yeni bir cephe oluşturdu.

Türkiye'de durağan(durgun) Sol seçmen kitleleri; 1950 öncesi siyasetinin mirası ile 1960 İhtilali'nin arkasından Devlet Planlama Teşkilatı eliyle geliştirilen politika mühendisliğinin ürünüdürler. 1950 öncesinin dar iktidar eliti, 1960 İhtilali'nden sonrasında, kendisi için yoksul çevreler, Balkan göçmenleri, Aleviler ve Kürtler üstünden bir seçmen çevresi oluşturdu. Bu mühendislik, 1980 sonrasında yoksul çevreler üstündeki tesirini yitirdiyse de göçmenler ve Aleviler içinde "algıları değişime kapalı" bir kesime ulaştı. Balkan göçmenlerinin etkili olduğu Trakya ve İzmir çevresinde, tercihlerini durağan(durgun) olarak CHP ve türevlerinden yana icra eden geniş bir seçmen yapısı oluştu. Buna yakın dönemde PKK'nin siyasal faaliyetleriyle geniş bir Kürt seçmen kitlesi de eklendi. Söz mevzusu kitle, PKK'nin siyasal uzantılarının Sol tercihlerine bakılırsa tutum belirlemekte, seçim sürecindeki hiçbir hizmet yada söylemden etkilenmemektedir.

Bu yapı, bilhassa mahalli seçimlerde Batı ve Cenup sahilleriyle beraber Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun bir kısmında seçim sürecini ve seçimlerden beklenen değişimi tıkamaktadır. Söz mevzusu yörelerde seçimlerin daha canlı geçmesi ve ülke genelinde genel seçimlerin yüzde elli bandında seyretmemesi için, bu ideolojik yapının çözülmesine bağlıdır.

2. Hükümetlerin Kültür Politikaları

Türkiye'de Sağ cenah hükümetleri, devletin eğitim-kültür-sanat politikalarını kendilerine kapalı gördüler. O sahayı devleti yöneten seküler ve kısmen Sol elite bırakıp daha fazlaca kalkınma politikalarına yöneldiler. Dindar seçmen kitlelerini eğitimle ilgili sınırı olan faaliyetleri haricinde kültür ve sanatta oldukça yüzeysel bazı hizmetlerle doygunluk etme yoluna gittiler yada gitmek zorunda kaldılar. Zira devleti elinde bulunduran seküler ve kısmen Sol seçkin, onların bu sahaya girmesini yasakladı, darbe öne sürülen sebebi yapmış oldu ve partilerinin siyasal yaşamını sürdürmesini engelledi. Bundan dolayı Türkiye'de Sağ politika, partiler bağlamında istikrar kazanmadı. Nitekim bugün CHP, yüzyıllık bir parti olarak sahada iken Sağ partiler hemen hemen yirmili yaşlardadırlar.

Türkiye'de seküler yapı, Batı'nın güvencesi altındadır. Seküler ve Sol seçkin de Batı'ya güvenerek Sağ cenah hükümetlerini baskı altında tutmakta, onları eski tabirle bir "nakip" yada mahalli bir müfettiş benzer biçimde takip etmekte ve devamlı Batı'ya şikâyet etmektedir.

Batı, Türkiye'nin seküler/laik bir çizgide kalmasını fazlaca yönlü olarak kendisine bağlı ve bağımlı kalması açısından güvence olarak görmektedir. Sekülerlik ve laikliği ise eğitim-kültür ve sanat politikaları üstünden izlemektedir. Sağ hükümetler, bu sahalarda kendilerini devamlı bir nezaret altında hissetmektedir. Öyleki ki bu his, Sağ'da bir tür politika psikolojisine dönüşmüştür.

İşte bu psikoloji, Sağ hükümetlerin toplumsal yapıyı tümden değiştirecek eğitim-kültür-sanat politikalarına yönelmelerinin önüne geçmektedir.

Son devirde de ne yazık ki bu psikoloji aşılamadı. Eğitimde fazlaca ciddi adımlar atıldı; Diyanet de o adımlara kısmen adapte oldu. Ne var ki bu adımlar aslı itibariyle bir "savunma faaliyeti" olmaktan öteye geçemedi. "Savunma faaliyeti" ifadesinden kasıt, söz mevzusu faaliyetlerin mevcud dindar yapıyı koruma refleksiyle yapılması, bu faaliyetlerin yukarıda anılan algıları kapanık seküler ve Sol seçmen evrenine asla hitap etmemesidir.

Millî Eğitim Bakanlığı, İmam Hatip Liseleri açarak dindar seçmene eğitim alanında bir tercih sunma lütfunda bulunmakta; Diyanet de faaliyetlerinin nicelik ve niteliğini değiştirerek bu tercihe güç vermektedir. Fakat sözü edilen yapılar çocuklarını İmam Hatiplere göndermemektedir. Diyanet'in de Kadıköy'de, İzmir'de, Bodrum'da sekülerlik bunalımına sürüklenmiş gençlik bir yana yaşlılara yönelik bile çağrı edici, çözücü bir irşad programı yoktur. Diyanet, hâlâ bir tek cami cemaatine seslenmekte; camiye gelmeyen kitlelere açılmaya cesaret edememektedir.

Devletin TRT yayınları dahil kültür ve sanat faaliyetleri ise söz mevzusu yapıyı çağrı edici ve çözücü bir karakterde olmaktan fersah fersah uzaktır. Aksine o yapıyı onaylayıcı ve genişletici özellikte kalmakta direnme etmektedir.

Geçmişte söz mevzusu sekülerliği besleyip yürüyerek kültür ve sanat politikaları, dindar kitlelere genel olarak ulaşmıyordu. Dindar kitleler kendilerini onların seküler ideolojik propagandasından bir halde koruyordu. Artan kontakt imkânları ve seküler ideolojik yapının insanoğlunun zaaflarını, onu ideolojik olarak etkilemek için kullanmakta ustalaşmayasıyla bu korumanın başarıya ulaşmasını günlük dille adeta bir "mucize" hâline getirdi.

Seküler ideoloji, eğitim-kültür ve sanat politikalarında her an taltif edilirken hatta kutsanırken dindarlık aynı politikalarda hâlâ gülmece mevzusudur. Dindar insan, o politikalarda her gün aşağılanmakta, ruhen saldırıya uğramakta ve seküler olmaya zorlanmaktadır.

Bununla beraber dindar kitleleri, seküler yapı ve internasyonal sistemin "medeniyetler buluşması" teziyle üretmek istediği "gevşek dindarlık yapı"sına doğru açmak için öne sürülen düzmece "hoşgörü anlayışı" da dindar kitlelerde kimliksizleşme ve çözülmeye yol açmaktadır.

Toplumun çekirdek yapısı aile, eğitim-kültür-sanat politikaları ile direkt ilişkili olarak bir gerginlik ve çatışma alanına dönüştü. Oradaki çatışma ve gerginliğe karşı oluşturulan liberal zevkperest dünya, kişileri kendisine çağırmakta, adeta aileden çocuk çalmaktadır.

Bu kapsamda Kadıköy, Bakırköy, İzmir, Edirne benzer biçimde noktalarda seçmen yapısı seküler Sol politika açısından tamamen durağan(durgun) kalırken Eyüp, Üsküdar hatta Zeytinburnu, Başakşehir, Ümraniye benzer biçimde semtlerde Sağ cenah seçmeni yüzde elli bandının altına düşme tehdidiyle yüz yüzedir. Önümüzdeki mahalli seçimlerde Eyüp ve Üsküdar belediyeleri büyük olasılıkla el değiştirecektir.

Sol politika, kendi seçmenini durağan(durgun) görünce direkt dindar seçmeni "avlama/kapma" anlayışıyla politika yapmakta, politika tamamen "muhafazakâr mahalle" alanında geçmektedir. Bu da söz mevzusu seçmen kitlesinde tertipli kayıplara yol açmaktadır. Dolayısıyla seçimde Kadıköy meydanı, bir Sol politika şov alanı iken Üsküdar meydanı seçmen kapma alanı olarak iş görmektedir.

3. Milliyetçiliğin Kutsanması

Milliyetçilik, hemen hemen 19. yüzyıldan bu yana sekülerleştirmede bir Truva atı olarak kullanılmaktadır. Bununla beraber milliyetçilik, en fazlaca suiistimal edilen eğilimler arasındadır. Ulusal politikaları yönlendirmek isteyen dış güçler, genel olarak kendilerine bağlı milliyetçi yapılar üretmeyi ucuz ve etkin bir yol olarak görmektedir. Bunun için günümüz dünyasında milliyetçilik ile millîlik yada vatanseverlik kesinlikle eş kıymet değildir. Aksine pek fazlaca coğrafyada milliyetçilik, dış güçlerin tesir sahası ile neredeyse özdeş hâle gelmiştir.

AK Parti, 15 Temmuz darbe girişimine kadar arka planda olmasa da siyasal söylemde milliyetçilik ile arasına mesafe koydu, Kürt seçmenin yarısından çoğunun oyunu aldı, bu sayede büyük şehirlerde de üstünlüğü kolay elde etti. Ne var ki o tarihten bu yana gittikçe klasik bir söylemle milliyetçi muhafazakârlığa doğru bir söylemi sahiplendi. Bu söylem, Kürt seçmenin bir kısmını yitirmesine yol açmış olduğu benzer biçimde geleneksel dindar seçmen de bilinenin aksine milliyetçi söylemden pek de haz etmiyor. Milliyetçi söylem, onu zihin dünyasında istemediği bölgelere götürüyor.

Buna karşı MHP'nin aksi yöndeki tutumlarına karşın, geçmişin pek fazlaca meşhur milliyetçi siması benzer biçimde geniş bir milliyetçi kesim de sekülerlik ortak paydasında kendisini CHP'ye daha yakın görüyor. Yalnız İyi Parti yada bazı uç partilerin tabanı değil, MHP'nin de içindeki bir kesim Devlet Bahçeli'nin büyük gayretine karşın Erdoğan'a oy verme noktasına gelmiyor.

Bilhassa Adana'dan Çanakkale'ye kadar sıcak sahillerde sefahat mekânlarının bir kısmı, milliyetçilik iddiasındaki şahısların elinde. Bunların çevresinde barmenlik icra eden gençler başta olmak suretiyle bir gençlik yapısı da var ve bunlar, yaptıkları iş gereği dindarlaşmayı kabullenmiyorlar. Söz mevzusu mafyavari yapılar, sahil belediyelerinin CHP'nin elinde olmasını "işleri" açısından daha kârlı buluyorlar, bu tutumları ülke yönetimi tercihlerini de belirliyor. İç Anadolu'da dahi bar işletmecilerinin mühim bir kısmı bu tür çıkarları ve yaşam tarzları gereği durağan(durgun) seküler görüşlü tiplerden oluşuyor. Bu kesimin CHP ve HDP ile bütünlük hâlinde Adana, Mersin ve Antalya belediyelerindeki birlikteliği kayda kıymet bir örnektir.

Milliyetçi söylem, Kürt seçmende bir ön yargı oluştururken Erdoğan, Türk milliyetçilerinin üçte birinin dahi desteğini almakta güçlük çekmektedir.

Milliyetçi söylem, Erdoğan'a bir alanı kapatmış fakat ona Kadıköy, Bakırköy ve İzmir benzer biçimde sahalarda seküler laik seçmene yönelik kanallar da açmamıştır.

4. Fert-Cemiyet-Devlet Dengesi

İslâmî politika, birey-toplum-devlet dengesine dayanır; cemiyet için bireyi, devlet için toplumu yok saymaz.

Son yüzyılda İslâmî politika karşıcılık ruhuyla oluştuğundan fert ve cemiyet ağırlıklı bir söyleme haiz oldu; devleti pek fazlaca noktada dikkatsizlik etti. Dolayısıyla toplumun desteğini kazanırken devletçi yapıları ürküttü. Türkiye'de Millî Görüş nispeten kendisini bundan korudu.

AK Parti ise bilhassa 15 Temmuz'dan sonrasında söyleminde devleti ön planda tutmaya başladı. Bu sahada pozitif bir tesir oluşturuyor görünürken toplumla ilgili projeler yürütülmesine karşın siyasal söylemde sahipsiz kaldı, siyasal söyleme yeteri kadar yansımadı.

Cumhur İttifakı, toplumsal politikalarını "sosyal adalet" başlığı altına alıp somutlaştırmadı; toplumsal ıslahatlarda bulunurken dizgesel bir toplumsal hakkaniyet programı sunmadı.

Bu da ekonomik bunalım yaşayan bir cemiyet kesimini Sol siyasetçilerin pratikte ardı gelmeyecek abartılı vaatlerine bile yöneltebilmektedir.

Son olarak, AK Parti iktidarı siyaseti ilgilendiren tüm sahalarda yol alırken toplumsal hakkaniyet, Kürt meselesi, dindar seçmeni ilgilendiren hususlar benzer biçimde temel meseleleri aşacak bir noktaya ulaşmadı.

Bu temel etkenlerin haricinde sığınmacı problemi ve ekonomik problemler ve medya çağından toplumsal medya çağına geçişin topluma yeteri kadar izah edilememesi tercihleri derinden etkilemiştir. (İLKHA)

PDFDOSYASI

Kaynak:İlke Haber Ajansı (İLKHA)

Bu haber toplam 0 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.